İngiltere

Olmak ya da olmamak: AB Üyeliği

AB’nin kurucu üyesi ve güçlü ekonomilerinden biri olan İngiltere, gelişmiş finans sektörü sebebiyle küresel krizin etkilerini güçlü bir şekilde hissetti. Küresel ekonomideki yavaşlama, İngiltere ekonomisinde 2008’in ikinci yarısında durgunluğa yol açtı. Bu durum, hükümeti ekonominin canlandırılması ve piyasaların istikrara kavuşturulması amacıyla bir dizi önlem almaya sevk etti. Söz konusu önlemlerin başında, bankacılık sisteminin bir bölümünün ulusallaştırılması, geçici olarak vergilerin indirilmesi, kamu sektörü borçlanma kurallarının askıya alınması ve kamu harcamalarının ana projelere yönlendirilmesi geliyordu. Kamu borcu ve kamu harcamalarının artması üzerine, 2010 yılında, David Cameron başkanlığındaki koalisyon hükümeti, bütçe açığının 2010 yılında yüzde 10,2’den 2015’te yüzde 1’e indirilmesi için beş yıllık kemer sıkma programı uygulamaya koydu. Kamu harcamalarındaki artış ve vergi gelirlerinde azalma nedeniyle, İngiltere’de kamu borcunun GSYİH’ye oranı artarak 2012 yılında yüzde 90 seviyesine ulaştı.

2013’te yüzde 1,7 oranında kaydedilen büyümenin 2014’te artarak, yüzde 3,1 yükselmesi ve 2015’te biraz gerileyerek yüzde 2,7 oranında gerçekleşmesi öngörülüyor. Güçlü özel tüketimin büyümenin itici gücü olması bekleniyor. Artan kullanılabilir gelir ve tüketici ve güveni ve ihracat da büyümeyi destekleyen diğer unsurlardır. Büyümenin artmasında etkili olan ihracatta da atış beklenmekle birlikte, 2013’ten beri sterlinin değer kazanması ve Avro Alanı’ndaki ekonomik zayıflığın ihracat artışını sınırlaması ihtimali bulunuyor.

İşgücü piyasasında arz ve talep artarken ücretler fazla artış göstermiyor. 2014’te yüzde 6,2’ye inmesi öngörülen işsizlik oranın 2015’te düşüş göstermesi bekleniyor. İşgücü verimliliğinde hafif bir artış beklenmekle birlikte, bunun 2008 düzeyinin altında kalması bekleniyor.  Hükümetin mali sıkılaştırma programı devam ediyor. Kamu borcunun GSYİH’ye oranının 2014-2015 döneminde yüzde 5,2’ye 2015-2016 döneminde ise yüzde 3,2’ye inmesi bekleniyor. Kamu borcunun GSYİH’ye oranının ise 2013’te 87,2 i’den 2014-2015 döneminde yüzde 88 ve 2015-2016 döneminde yüzde 88,3 yükselmesi bekleniyor.

AB üyeliğine karşı başından beri temkinli ve mesafeli duran ve AB üyeliğinden iki yıl sonra referanduma giden İngiltere, AB’nin birçok ekonomik ve siyasi politikasının merkezinde yer almadı. Avro Alanı’na üye olmayan ve bu alanın dışında kalma hakkını elde eden, aynı zamanda Schengen Anlaşması’nın da dışında kalan İngiltere, üye ülkelerin rekabet ve uyum için daha güçlü ekonomik iş birliği gerçekleştirmelerini öngören Avro Artı Paktı’na da dâhil değildir. Önemli bir finans merkezi olan ve mali kararlarında bağımsız olmak isteyen İngiltere, bankacılık birliğini de desteklemiyor. İngiltere, ekonomik krizden sonra Almanya ve Fransa’nın öncülüğünde ortaya atılan “AB genelinde finansal işlem vergisi” uygulanması teklifine de karşı çıkmıştı. AB’nin 2014-2020 dönemi bütçesinde, İngiltere’nin baskısıyla artış yerine AB tarihinde ilk kez kesintiye gidildi.

AB’yi, ülkelerinin egemen gücünü tehdit eden bir süper güç olarak gören, ekonomik ve siyasi bir güç olarak AB’nin dışında kalan ve AB üyeliğine ya da AB ile daha sıkı bir bütünleşmeye karşı duran Avrupa karşıtları, İngiltere’de iktidarda bulunan hükümeti de bu konuda ikiye böldü. Muhafazakâr kanattan çıkan AB karşıtlığı, Başbakan David Cameron’a da bu yönde baskı yapıyor. Bu konuda daha ılımlı davranan Cameron, geçtiğimiz ocak ayında yaptığı bir konuşmada, İngiltere’nin AB’deki rolünü yeniden tartışmaya açacaklarını belirtmişti. Esasen Cameron, AB’de reformlar gerçekleştirildikten sonra İngiltere’de de AB üyeliği için referanduma gidilmesinden yana bir tutum sergiliyor. AB karşıtları ise bir an önce referanduma gidilmesini istiyor. Nisan 2013 tarihinde, sayıları 500’e yaklaşan İngiliz iş dünyası temsilcisi, AB ile daha gevşek bir ilişkinin İngiltere ekonomisine fayda sağlayacağını söyleyerek, Cameron’un yeniden müzakere planlarına destek vermişti. Diğer bir kesim ise referandum planlarının bir belirsizlik ortamı yarattığını ve yatırımları caydıracağını belirtiyor. İktidardaki Muhafazakâr Parti içinde, AB üyeliğinin 2015’teki seçimlerden önce referanduma sunulmasını isteyenlerin sayısı da hızla artıyor. Hatta Cameron’un kabinesinden iki bakan, yaptıkları açıklamalarda, İngiltere’nin AB üyeliğinden ayrılmasının referanduma sunulması halinde ‘‘evet’’ oyu vereceklerini belirttiler. Bu gelişmelerle birlikte “İngiltere, AB’den çıkacak mı?” tartışmaları da büyüdü.

İngiltere ve AB tartışmaları sürerken, Ülkenin İskoçya bölgesinde 18 Eylül 2014 tarihinde bağımsızlık referandumu düzenlendi. Tarihi referandumdan Birleşik Krallık'tan ayrılmama kararı çıktı. Referandumdan hangi sonucun çıkacağı İngiltere için olduğu kadar, AB için de önem taşımaktaydı. Birleşik Krallık’ın çatısı altında 40 yıldır AB içerisinde yer alan ve AB müktesebatını uygulayan İskoçya’nın, AB ile ilişkilerinin referandumdan “evet” sonucu çıkması halinde ne yönde gelişeceği de, AB’deki tartışmaların gündeminde bulunmaktaydı. Referandumdan “evet” oyu çıkması halinde, İskoçya, Mart 2016’da Avrupa sahnesine bağımsız bir devlet olarak çıkacaktı. Bu durumda ülkenin İngiltere ve AB ile ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gerekecekti. İngiltere’de 7 Mayıs 2015 tarihinde gerçekleşen genel seçimleri Muhafazakâr Parti kazandı. Başbakan David Cameron liderliğindeki merkez sağ parti yeni hükümeti tek başına kurdu. Yoğun oy kaybına uğrayan Liberal Demokrat Parti, iktidar ortağı rolünü yitirdi. 

İngiltere, 16 Temmuz 2015 tarihinde Avrupa Stratejik Yatırım Fonu’na (ASYF) 8,5 milyar avro tutarında katkıda bulunacağını açıkladı. İngiltere’nin katkısının kalkınma bankası British Business Bank aracılığıyla gerçekleştirilmesi öngörüldü. Almanya, İspanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Polonya, Slovakya ve Bulgaristan’dan sonra ASYF’ye katkı yapan dokuzuncu üye ülke İngiltere oldu.

İngiltere’de 23 Haziran 2016 tarihinde yapılan referandum, AB üyeliğinden ayrılma yanlılarının zaferi ile sonuçlandı. Yüzde 72,2 oy oranı ile yaklaşık 30 milyon kişinin katıldığı referandumda, seçmenlerin yüzde 52’si AB üyeliğinden ayrılma yönünde oy kullandı. Sonucun ardından, AB yanlısı İngiltere Başbakanı David Cameron istifa kararı aldı. Söz konusu referandum, İngilizlerin yakın tarihlerinde verdikleri en önemli siyasi kararı oluşturuyor. 

13 Temmuz 2016 tarihinde İngiltere'deki Brexit referandumunun ardından Başbakanlık görevinden ve Muhafazakâr Parti’nin Genel Başkanlığı’ndan ayrılan David Cameron’un yerine, Theresa May, Başbakan olarak resmen göreve başladı. 59 yaşındaki Theresa May, Muhafazakâr Parti içerisinde yapılan ön seçimlerde rakiplerini geride bırakmış ve kendisinden sonra en çok desteği alan Enerji Bakanı Andrea Leadsom’un daha sonra yarıştan çekilmesi üzerine başbakanlık yarışında tek başına kalmıştı.

22 Mayıs 2017 tarihinde İngiltere’nin kuzeybatısındaki Manchester kentinde terör saldırısı yaşandı. ABD'li şarkıcı Ariane Grande'nin konser verdiği Manchester Arena'da yaşanan patlamada 22 kişi hayatını kaybetti, 59 kişi yaralandı. İngiliz polisi, patlamanın bombalı intihar saldırısı sonucu meydana geldiğini ve ölenler arasında çocukların da olduğunu açıkladı. İngiliz polisi ayrıca bombalı saldırıyı düzenleyen kişinin adını Salman Abedi olarak açıkladı.

8 Haziran 2017 tarihinde Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilen erken seçimlerin sonuçlarına göre iktidardaki Theresa May'in liderliğindeki Muhafazakâr Parti mecliste çoğunluğu kaybetti. 2015’teki seçimlerde 331 sandalye alarak mecliste çoğunluğu elde etmiş olan Muhafazakâr Parti’nin sandalye sayısı son seçimde 314’e düştü ve Parti tek başına iktidar için gerekli 326 milletvekiline ulaşamadı. Jeremy Corbyn’nin liderliğindeki ana muhalefetteki İşçi Partisi ise meclisteki milletvekili sayısını 34 sandalye artırarak 266’ya çıkardı. Liberal Demokrat Parti (LDP) de milletvekili sayısını 6 sandalye artırarak 14'e çıkarırken ayrılıkçı İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) milletvekili sayısı 22 azalarak 34'e düştü ve parti, seçimin kaybedenleri arasına girdi. Parlamentodaki 650 milletvekilliği için 191'i bağımsız, toplam 3 bin 304 aday yarıştı. Brexit referandumunda yıldızı parlayan aşırı sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ise seçim sonuçlarına göre milletvekili çıkaramadı. Seçim yarışında, 68 siyasi parti yer aldı.

19 Haziran 2017 tarihinde Birleşik Krallık, AB ile Brexit müzakerelerine başladı. Birleşik Krallık'ı Brexit Bakanı David Davis, AB'yi de Başmüzakereci Fransız Michel Barnier temsil ettiği müzakerelerin ilk turunda taraflar, öncelikler ve tarihler konusunda anlaşmaya vardı. Görüşmelerin AB'nin istediği gibi sıralı bir şekilde yapılması ve ilk etapta vatandaş hakları, İrlanda ile Birleşik Krallık'a bağlı Kuzey İrlanda arasındaki sınır sorunu ve ayrılığın mali faturasını kapsayan geri çekilme, ardından ilişkilerin geleceği ve son olarak da geçiş döneminin ele alınması planlanıyor. Buna göre, Birleşik Krallık'ın müzakerelerin başında görüşülmesini istediği Brexit sonrası ilişki modeli, AB Konseyinin yeterli ilerleme kaydedildiğine karar vermesi durumunda görüşülmeye başlanacak. Sonbahara kadar her ay bir hafta görüşme yapılması planlanıyor. AB'nin 27 Ekim'de, ya da en geç aralık ayında ikinci aşamaya geçilmesine karar vermesi bekleniyor. Her şey takvime uygun şekilde ilerlerse, müzakerelerin iki yıl sürmesi ve Birleşik Krallık'ın Mart 2019'da AB'den ayrılması hedefleniyor.

Ülkenin temel ekonomik göstergelerine buradan ulaşılabilir.